Baştan
uyarımı yapmak isterim: bahsi geçen filmi izlemediyseniz yazıda bolca spoiler bulunabilir,
haberiniz olsun.
Bu aralar
odak meselesiyle fazlaca ilgili olduğumdan mıdır, yoksa kendi odağım sürekli
negatif olasılıklara kaymaya başladığından mıdır bilmem ama, evren önüme bu
konuyla ilgili örnekler çıkarıp duruyor. Son örneği de aylar önce romanını
okuduğum ve filmini büyük bir iştahla beklediğim, bir Ridley Scott eseri olan
Marslı.
Filmdeki efektlerin
ve özellikle Mars görüntülerinin şahaneliğini, Matt Damon ve The Newsroom’dan
beri hastası olduğum Jeff Daniels’ın oyunculuklarını, müziklerin her sahneye
cuk oturmasını, 3D olmasının verdiği gerçekçilik hissini falan anlatmayacağım;
bunlar zaten bol bol konuşuldu. Ben müsadenizle bu filme bambaşka bir açıdan
yaklaşıyorum: birkaç yıldır anlamaya, birkaç aydır da anlatmaya çalıştığım odak
olayını Mark Watney tümden çözmüş durumda.
Romanı
okurken düşündüğüm konuyu film boyunca da hiç aklımdan çıkaramadım: Koskocaman
uçsuz bucaksız kırmızı çöllerle kaplı, hiçbir canlı türünün yaşamadığı,
oksijenin bile olmadığı bir gezegende yapayalnız kalsam ne yapardım? İlk anda
şok olurdum, orası kesin. Kendimden ve hayattan umudu tamamen kesebilirdim de. Bu
durum ne kadar sürerdi bilmiyorum, ama Mark Watney gibi kendimi bir günde
toparlayamazdım ondan eminim.
Dikkatinizi
benim kadar çekti mi bilmiyorum, ama Watney’in odağı bütün film boyunca hayatta kalmak ve kurtulmak üzerineydi. Mars’ta bir başına kalışının üzerinden 24
saat bile geçmeden kendini toparladı, hemen kalan yiyeceğini ve malzemelerini hesapladı,
ilk önce ‘Ben burada nasıl hayatta kalırım’ı çözmeye çalıştı. Mevcut durumun
tamamen aleyhine olduğunu biliyordu; Mars toprağında hiçbir şey yetişemezdi, zaten
hava yoktu ki nasıl yetişsindi? Ama o odağını çözüme çevirdiği anda, her şey
birbiri ardına gelmeye başladı. Önce o hiçbir şey yetişmeyen toprağın içinde
kendine yiyecek üretmeyi başardı. Bu sırada gösterdiği çaba sayesinde, Mars’ta
bırakılan uzay ekipmanlarında değişiklikler yaptı ve NASA onun hala orada ve
hayatta olduğunu fark etti. O sürekli hayatta kalmak için çalıştıkça, tüm dünya
onun bu çabasına katıldı ve onu eve sağ salim getirmek için elele verdi. Çin
bile Amerika’yla güçlerini birleştirdi, varın siz düşünün.
Watney karşısına
çıkan her problemde, her zaman için odağını çözüme çevirdi. Bütün aklı fikri “Ben
bunu nasıl çözerim?” noktasında olunca, koskoca gezegeni bile dize getirmeyi
başardı. Zaten bu pozitif yaklaşımını filmin finalindeki konuşması bile yeteri
kadar açıklıyor:
Bir noktada her şey ters gitmeye
başlayacak ve siz, işte bu, diyeceksiniz. İşte benim sonum bunu. O anda ya bunu
kabul edersiniz, ya da işe koyulursunuz. Bu kadar basit. Sadece başlarsınız. Hesap
kitap yaparsınız. Bir problemi çözersiniz, sonra bir diğerini, ve sonra bir
diğerini. Ve eğer yeteri kadar fazla problem çözerseniz, eve dönebilirsiniz.
fotoğraf: http://www.popsci.com/new-martian-trailer-shows-matt-damon-get-work-mars
Filmi inanılmaz merak ettım kesın gıtmelıyım :) tesekkurederım harıka paylasım ıcın :)
YanıtlaSil