Pages - Menu

21 Ekim 2018 Pazar

Değerliyim, Değerlisin, DEĞERLİYİZ

Değer konusunda kafalar karışık, farkındayım. Çünkü bugüne kadar bize hep bencil olmamak, paylaşmak öğretildi.
Çocukluğumuzdan beri başkalarının ihtiyaç ve isteklerini kendimizinkilerin önüne koymaya alıştık. Bu yüzden de kendine değer vermeyi bencillikle karıştıran bir nesil olduk çıktık.
Gelin bugün bunu biraz tersine çevirelim.

Değer konusu öyle çocukken oynadığımız “Aldım, verdim, ben seni yendim” oyunlarına pek benzemiyor aslında. Çünkü değer kavramının temelinde her zaman şu bilgi yatar: Siz izin vermedikçe hiç kimse, hiçbir koşulda onu elinizden alamıyor.
Siz istemedikçe, siz kabul etmedikçe başkalarının kararıyla değersiz olmuyorsunuz.
Tabi burada önemli olan ‘siz kabul etmedikçe’ kısmı.
Değerimizi korumak istiyorsak, önce onu bizim bilmemiz ve belirlememiz gerekiyor. Hem de öyle bir netlikle belirlemeliyiz ki bunu, biz dahil hiç kimsenin en ufak bir şüphesi dahi kalmamalı.
Biz dahil diyorum, çünkü kendine en az değeri veren genelde kişinin kendisi.
Çoğu zaman çocukluktan itibaren sahip olduğumuz inançlar yüzünden, kendimizi aslında olduğumuzdan daha az değerli görmeye meyilli olabiliyoruz. En çok kendimizi hafife alıyoruz, ve hatta en çok kendimizi yargılıyoruz.
Başkalarının eleştirileri karşısında kendimizi savunmak daha kolay. Ama zihnimizdeki o vesveseli ses bir kez ağzını açıp, bombardıman şeklinde eleştirilerini sıralamaya başladığında, ona inanmak zorunda olduğumuzu düşünüyoruz. Ve kendimizi hep bu düşünceye göre yargılıyoruz.
Değersizlik inancının temelinde çoğu zaman tamamlanma ihtiyacı yatar. Kendimizi eksik, hatta yarım gördüğümüz noktalarda hep değersiz olduğumuza inanmaya meylederiz. Bu eksikliğin tamamlandığına inanana kadar da değerimizi kendi elimizle aşağı çekmeye devam ederiz. Zavallı çevremizdekiler de ne yapsın, bizi kendi inandığımız gibi görmekle yükümlü olduklarından, onlar da bize aynı şekilde davranır.
Bu döngüyü kırmanın bir yolu var aslında; kendimizi olduğumuz gibi kabul etmekten geçen.
Çünkü şu anda, tam da burada, bu halimizle tamız, bütünüz. Halihazırda hiçbir eksiğimiz yok, her şeyimizle tamamız.
Hep diyoruz ya hani, ne hissediyorsak gerçek olur diye. Hayata dair ne hissedersek, ne düşünürsek onu cisimleşmiş bir şekilde karşımızda buluveririz.
Bu sadece çevremizdeki dünya için değil, kendi iç dünyamız için de geçerli.
Tercümesi: Kendimiz için de ne hissediyorsak, ne düşünüyorsak oyuz. Yani kendimizi ne kadar değerli görüyorsak, o kadar değerliyiz.
Gelin şöyle bir şey yapalım bugün; kendimizle ilgili en çok değer verdiğimiz, en çok sevdiğimiz özellikleri bir kağıda yazalım. Ve bu kağıdı da her sabah mutlaka baktığımız bir aynanın üzerine asıverelim.
Her sabah kendimize neden değerli olduğumuzu yeniden hatırlatalım.
Bakalım o zaman unutmak mümkün olacak mı? :)

14 Mart 2016 Pazartesi

BARIŞ konuşalım artık. Sabahtan akşama kadar dur durak bilmeden savaşlar anlatanlara inat, biz hep BARIŞ anlatalım çocuklarımıza. Madem biz savaş dedikçe savaşlar artıyor, o zaman BARIŞ diyelim artık. Madem bilmediğimiz, anlamadığımız bir savaşa taraf olmaktan yorulduk, o zaman savaşları güçlendirmeyelim. Artık tün gücümüzü BARIŞ'a verelim, çünkü ancak böyle dünyayı değiştirebiliriz.

21 Ocak 2016 Perşembe

Tam Affediyorum, Bi Gülme Geliyo Tövbe…

2015’in En Popüler Kelimeleri Top 100 listesi yapılsa, affetmek rahatlıkla ilk 3’te yer alır diye düşünüyorum. Akışta kalmak gibi, duyan tekrarlıyor ama kimse gerçekte ne anlama geldiğini bilmiyor. Kişisel gelişim meselesine ucundan kıyısından bulaşan herkes birbirini affetme peşinde. Affetmek aslında çok faydalı ve önemli, ama birçoğumuzu da zorlayan bir nokta. Zorlanmamız da aslında (bence) olayı epeyce yanlış anlamamızdan kaynaklanıyor.

18 Ocak 2016 Pazartesi

Geçen Bir Hayal Kurmuşum, Ooooofff Of!

Bir insana “Hayalini kurduğunuz her şey gerçekleşebilir” dediğim anda, genelde aldığım iki popüler cevap vardır. Karşımdaki ya inanmaz, küçümser bir tavırla “Ne yani, ben şimdi piyangodan bana bir trilyon çıktığını hayal etsem gerçek mi olacak?” der; ya da sinirlenir, “Eeee ben yıllardır beyaz atlı prensimi hayal ediyorum, nerde o zaman bu adam??!” diye bana çemkirir, sanki ben prensini tutup bir ağaç gövdesine bağlamışım da benim yüzümden gelemiyormuş gibi. Bu iki enteresan sorunun da tek bir cevabı var aslında: Evet, bu bahsettiğimiz hayallerin ikisi de basbayağı gerçek olabilir, ama kardeşim hayal kurmanın da bir adabı var!

12 Ocak 2016 Salı

Mutluluğu Yaratmak

Mutluluğumuzu her zaman, her yerde, her koşulda istisnasız biz yaratırız. Günlük koşturmaca içinde bunu unutmamız çok doğal tabi.. Gelin bugün bunu tersine çevirelim, kendimize küçük bir mutluluk yaratalım :))

11 Ocak 2016 Pazartesi

Bır Pazartesi Filmi Olarak: The Intern

Sıkıcı Pazartesiyi atlayıp da akşamında ne yapacağını bilemeyen, "Bir film açsam izlesem de keyfim yerine gelse" diyenler için bu hafta önerim: The Intern.
Oturup uzun uzun filmi anlatmak ve yorumlamak isterdim sizin için, ki emin olun hakkında söylenebilecek çok şey var. Ama buna gerek yok, çünkü film ilk 10 dakikasında kendini gayet güzel anlatıyor zaten. İzlerken filmdeki hayatın içine çekildiğinizi hissediyorsunuz, ve o hayat o kadar güzel ki geri dönmeyi istemiyorsunuz bile. İzleyin, pişman olmazsınız :)

Pazartesi Notu-3

Sahip olabileceğimiz en güzel aksesuar kocaman, sımsıcak, içten bir gülümsemedir. Bu hafta bu aksesuarı bol bol kullanmanız dileğiyle! :)