Bugüne kadar
okuduğum bütün kitaplar, izlediğim bütün filmler, video bültenler vs bilimum
materyal dönüp dolaşıp hep aynı şeyi söyledi bana: evren çok tatlış, ne
istersek veriyor, bir şeyi gerçekten çok yürekten istememiz yetiyor. İsteğimizi
beyan ettiğimiz andan itibaren evrenin bir yerinde çarklar dönmeye başlıyor,
istediğimiz her neyse bize doğru yola çıkıyor. Bu denkleme göre, bir şeye sahip
olmak için onu gerçekten, ama gerçekten istemek yeterli.
Sonra kendi
hayatıma döndüm bir baktım; madem bu çekim yasası denen meret herkes için
geçerli, madem istesek de istemesek de çalışıyor, o zaman benim hayatımda da
işe yaramış olmalıydı. Fakat o güne kadar yaşadıklarıma şöyle bir bakınca
gördüm ki, benim hayatta gerçekten çılgıncasına istediğim hiçbir şey olmamış.
Dileklerim ya gerçekleşmemiş, ya da tam “Aman beee seninle mi uğraşacaz” diyip
vazgeçtiğim anda gerçekleşmiş.
Başta dedim
kesin bir pislik var, evrenin bana garezi falan olmalı. Herkeste işleyen bir
yasanın bende işlememesinin başka bir açıklaması olamaz çünkü. Sonradan
araştırmaya ve kendi üzerimde çalışmaya devam ettikçe anladım ki kimsenin benimle
şahsi problemi falan yokmuş, sadece ben isterken biraz kantarın topuzunu kaçırıyormuşum
meğerse.
Bir şeyi
istediğimiz, ama gerçekten çok istediğimiz zaman, bizi bekleyen en önemli ve en
gıcık tuzak o istediğimiz şeye bağımlanmak. Bağımlılık öyle bir alan ki,
istediğiniz her neyse burnunuzun dibine kadar gelmiş olsa bile siz onun bağımlısı
olmaya başladığınızda, bir kara delik gelip onu yutmuş gibi bir anda kayboluyor.
Resmen kişisel gelişimin bölüm sonu canavarı.
Bağımlılık isteğe, arzuya, hevese çok yakın görünen ama
aslında bunlardan en uzak olabileceğimiz nokta. Çünkü içinde “Bu istediğim
olmazsa ben ölürüm, biterim, mahvolurum” duygusu barındırıyor. Bu da çok yoğun
bir korku olduğu için, isteğin altındaki baskın duygu haline geliyor ve
otomatik olarak bu frekanstan yayın başlıyor. Evren de napsın garibim, her
frekansa olduğu gibi buna da cevap veriyor; ve bu kadar yoğun bir şekilde
korkan kişi ister istemez korkusunu, yani isteğinin yokluğunu yaratmış oluyor.
Aslında tüm
bu duyguların altında yatan tek bir temel var; o da istenen şey her neyse, onu
bir nevi kurtuluş olarak görmek. Mevcut
hayatımızı sevmediğimiz, hayatımızdan memnuniyet duymayı başaramadığımız zaman
hayallerimize can simidi gibi sarılıyoruz, ve onları bu hayattan kurtuluş
olarak görüyoruz. Zannediyoruz ki o isteğimiz olmadan, gelip de hayatımızı
değiştirmeden mutlu olmamız mümkün değil. Hayalimizin gerçek olmama ihtimali
bize o kadar korkunç geliyor ki, bunu aklımıza bile getirmek istemiyoruz. Ben de
yıllarca yaptım bunu, oradan biliyorum. Zannettim ki ben düşünmeyince evren
korktuğumu anlamayacak. Fakat kazın ayağı öyle değilmiş.
Kötü haber:
evreni kandırmak mümkün değil, çünkü o düşüncelerimizden önce duygularımızı
algılıyor. O korku orada durduğu ve hayalinizin heyecanını bastırdığı sürece de
önce onu algılayıp, o yönde yanıt vermeye devam edecek.
Bu noktada “Ay
aman aman düşünmeyeyim de olmasın, of yaaa bak yine düşündüm, ayayayay
iptaliptaliptaliptal” modunda yaşamak faydasız kalıyor tabi ki. O korkuyu
ortadan kaldırmak için, istediğimiz olmasa da mutlu olabileceğimizi algılamak
ve bu düşünceyi oturtmak faydalı olabilir. Mevcut hayatımızı mümkün olduğunca
güzelleştirip, hayatı olduğu gibi sevmeye başladığımızda zaten frekansımız
yükselecek. Hayatı olduğumuz yerde güzelleştirince, eksik olanlar yerine halihazırda
sahip olduklarımızın farkına varmaya başlayınca zaten kendimizi daha iyi
hissetmeye de başlıyoruz.
İsteğimize bağımlanmamızın
sebebi, o istediğimiz şeyin getireceğini düşündüğümüz bir hisse bağımlı olmamız
aslında. O hissi önceden hayatımızda yerleştirmeye başlarsak, o isteğe olan
muhtaciyet durumu da ortadan kalkmaya başlar. Cümle içinde kullanırsak; diyelim
ki güzel bir ilişkimiz olsun istiyoruz ama şu anda bir sevgilimiz yok. Bu durumda
tabi çeşitli hayaller kurarız, kendimizce planlar yaparız. Sevgilim olunca
kendimi daha özel, daha güzel/yakışıklı, daha bakımlı hissedeceğim vs… gibi.
Bunları hissetmek için bir sevgilinin hayatımızda olmasına muhtaç olduğumuzu
düşünürüz. Oysa tüm bu hisleri hayatımızda istediğimiz anda yaratabiliriz. Hayatın
tadını çıkarmak için kendimizden başka kimseye ihtiyacımız olmadığını fark ettiğimizde,
zaten hayat bize güzel olacak J
Hayatı olduğu
gibi, olduğu haliyle sevmek bizi her zaman otomatik olarak 1-0 öne taşır. Tüm bu
isteklerin, hayallerin hedefi hayattan keyif almak zaten. Siz şimdiden başlayın
o keyfi almaya, bırakın o hayaller üstüne gelsin.
fotoğraf: https://www.wanderlustworker.com/how-to-slow-down-and-enjoy-life/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder