Pages - Menu

9 Kasım 2015 Pazartesi

Ne Kadar Ekmek, O Kadar Köfte

Başlık sizi aldatmasın, konumuz İstanbul’un kıyıda köşede kalmış efsanevi köftecileri değil. Onu da yazarız bir gün tabi, ama şimdilik mevzumuz her zamanki gibi çekim yasası, evren, enerji falan filan.


Epeydir düşünüyorum, çekim yasasını en basit haliyle nasıl ifade edebilirim diye. Etrafta dolaşan o çok sofistike, çok detaylı tanımlamalar sizin kadar bana da itici geliyor emin olun. “Ruhumuzun tanrısal parçasıyla bir olup, onun enerjisel gücüyle hayatımızda blablabla” denince aval aval bakıyorum, hatta bırakın tanrısalı falan, anlamadığım için kendimi basbayağı salak gibi hissediyorum. Ama geçenlerde internette gördüğüm bir tanım var ki, olayı tam manasıyla özetliyor gibi: Ne kadar ekmek, o kadar köfte.



Düşündüğümüz zaman, gerçekten de çekim yasası isteklerimizden daha öncelikli olarak enerjimize göre işliyor. Kendimizi bir mıknatıs gibi düşünelim; her sabah uyandığımız andan itibaren, belirli bir frekansta enerji yaymaya başlıyoruz. Uyanık olduğumuz, nefes aldığımız, düşündüğümüz sürece bu enerji yayma durumu hiç durmadan devam ediyor. Ve de çoğumuzun zannettiği gibi bu düşünceleri duygularımız belirlemiyor; tam tersi, bu düşünceler bizde belirli duyguların oluşmasını sağlıyor. Belirli bir anda hissettiğimiz duyguya göre, o anda yaydığımız enerjinin frekansı belirleniyor. Evrende her durumun, olayın ve insanın bir enerji frekansı olduğundan; kendi yaptığımız yayınla uyumlu frekanslardaki durum, olay ve insanları kendimize çekiyoruz. Bu da demek oluyor ki, gün içinde yaşadığımız en basit şeylerden, hayatımızı değiştirme potansiyeline sahip koskocaman olaylara kadar her şey ama her şey bizim çekimimiz sonucunda gerçekleşiyor.

Sabah sabah arabanız mı bozuldu? Siz, “Sabah sabah arabası bozulan insan” frekansından yayın yaptığınız için.

İşyerinde çok şahane prim mi aldınız? Bu da siz “İşyerinde çok şahane prim alan aşırı başarılı işadamı” frekansından enerji yaydığınız için.

Sevgiliniz sizi durup dururken terk mi etti? Hiç annenizi, arkadaşlarınızı, makus talihinizi falan suçlamaya kalkmayın; tek sebep sizin “Al işte biliyordum bunun da terk edeceğini, Allah kahretsin seni Hilmi” frekansında olmanız.

Enerjimizi, evrenden istediklerimiz için ayırdığımız park yeri gibi düşünebiliriz. Eğer park yerimizde sadece bir bisikletin sığabileceği kadar alan varsa, haliyle oraya 4x4 arazi aracı sığdıramayız. Bunun için öncelikle park yerimizi genişletmek lazım. Evren yaptığımız iyiliklere, karmamıza, lise karnemize falan bakmıyor; onu ilgilendiren tek şey ona ne kadar enerji götürdüğümüz, çünkü bize o enerjiye göre yanıt veriyor.

Madem ki durum bu, o halde istediklerimizi elde etmenin yolu frekansımızı yükseltmek. Bunun için de düşüncelerimizi negatiften pozitife çevirmek yeterli aslında. Sahip olduklarımıza şükretmek, etrafımızdaki pozitif örnekleri ve hayallerini gerçekleştiren insanları fark etmeye başlamak, neden başaramayacağımızın mazeretlerini bırakıp başarmak isteme sebeplerimize odaklanmak inanın çok faydalı. Bunları günbegün adım adım uyguladıkça zaten bir yerden sonra alışkanlıklarımız değişmeye başlıyor, bu sayede hayatımıza çektiğimiz olgular da değişiklik gösteriyor. Evren bizim kadar ağır kanlı değil merak etmeyin. Sizin enerjiniz biraz olsun yükseldiği anda, saniyesinde cevap vermeye başlayacak. Önemli olan tek şey enerjiyi olabildiği kadar yüksek tutmak, gerisi zaten kendiliğinden geliyor.

fotoğraf: http://thespiritscience.net/2015/10/08/3-things-youre-not-being-told-about-the-law-of-attraction/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder