Başlık sizi aldatmasın, konumuz İstanbul’un kıyıda
köşede kalmış efsanevi köftecileri değil. Onu da yazarız bir gün tabi, ama
şimdilik mevzumuz her zamanki gibi çekim yasası, evren, enerji falan filan.
Epeydir düşünüyorum, çekim yasasını en basit haliyle
nasıl ifade edebilirim diye. Etrafta dolaşan o çok sofistike, çok detaylı
tanımlamalar sizin kadar bana da itici geliyor emin olun. “Ruhumuzun tanrısal
parçasıyla bir olup, onun enerjisel gücüyle hayatımızda blablabla” denince aval
aval bakıyorum, hatta bırakın tanrısalı falan, anlamadığım için kendimi
basbayağı salak gibi hissediyorum. Ama geçenlerde internette gördüğüm bir tanım
var ki, olayı tam manasıyla özetliyor gibi: Ne kadar ekmek, o kadar köfte.
Düşündüğümüz zaman, gerçekten de çekim yasası
isteklerimizden daha öncelikli olarak enerjimize göre işliyor. Kendimizi bir
mıknatıs gibi düşünelim; her sabah uyandığımız andan itibaren, belirli bir
frekansta enerji yaymaya başlıyoruz. Uyanık olduğumuz, nefes aldığımız,
düşündüğümüz sürece bu enerji yayma durumu hiç durmadan devam ediyor. Ve de
çoğumuzun zannettiği gibi bu düşünceleri duygularımız belirlemiyor; tam tersi,
bu düşünceler bizde belirli duyguların oluşmasını sağlıyor. Belirli bir anda
hissettiğimiz duyguya göre, o anda yaydığımız enerjinin frekansı belirleniyor.
Evrende her durumun, olayın ve insanın bir enerji frekansı olduğundan; kendi
yaptığımız yayınla uyumlu frekanslardaki durum, olay ve insanları kendimize
çekiyoruz. Bu da demek oluyor ki, gün içinde yaşadığımız en basit
şeylerden, hayatımızı değiştirme potansiyeline sahip koskocaman olaylara kadar
her şey ama her şey bizim çekimimiz sonucunda gerçekleşiyor.
Sabah sabah arabanız mı bozuldu? Siz, “Sabah sabah
arabası bozulan insan” frekansından yayın yaptığınız için.
İşyerinde çok şahane prim mi aldınız? Bu da siz
“İşyerinde çok şahane prim alan aşırı başarılı işadamı” frekansından enerji
yaydığınız için.
Sevgiliniz sizi durup dururken terk mi etti? Hiç
annenizi, arkadaşlarınızı, makus talihinizi falan suçlamaya kalkmayın; tek
sebep sizin “Al işte biliyordum bunun da terk edeceğini, Allah kahretsin seni
Hilmi” frekansında olmanız.
Enerjimizi, evrenden istediklerimiz için ayırdığımız park yeri gibi düşünebiliriz. Eğer park
yerimizde sadece bir bisikletin sığabileceği kadar alan varsa, haliyle oraya
4x4 arazi aracı sığdıramayız. Bunun için öncelikle park yerimizi genişletmek
lazım. Evren yaptığımız iyiliklere, karmamıza, lise karnemize falan bakmıyor;
onu ilgilendiren tek şey ona ne kadar enerji götürdüğümüz, çünkü bize o
enerjiye göre yanıt veriyor.
Madem ki durum bu, o halde istediklerimizi elde
etmenin yolu frekansımızı yükseltmek. Bunun için de düşüncelerimizi negatiften
pozitife çevirmek yeterli aslında. Sahip olduklarımıza şükretmek, etrafımızdaki
pozitif örnekleri ve hayallerini gerçekleştiren insanları fark etmeye başlamak,
neden başaramayacağımızın mazeretlerini bırakıp başarmak isteme sebeplerimize
odaklanmak inanın çok faydalı. Bunları günbegün adım adım uyguladıkça zaten bir
yerden sonra alışkanlıklarımız değişmeye başlıyor, bu sayede hayatımıza
çektiğimiz olgular da değişiklik gösteriyor. Evren bizim kadar ağır kanlı değil
merak etmeyin. Sizin enerjiniz biraz olsun yükseldiği anda, saniyesinde cevap
vermeye başlayacak. Önemli olan tek şey enerjiyi olabildiği kadar yüksek
tutmak, gerisi zaten kendiliğinden geliyor.
fotoğraf: http://thespiritscience.net/2015/10/08/3-things-youre-not-being-told-about-the-law-of-attraction/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder