İtiraf edelim
ya da etmeyelim, kıskançlık denen duygu bir ara illa ki bizi de yakalamıştır. Hayatımızın
bir noktasında mutlaka birilerini, bir şeyleri kıskanmışızdır. Bu ille ikili
ilişkilerde gördüğümüz, “Saçmalama Aysel, ne demek bu gece kızkıza çıkıyoruz? Otur
oturduğun yerde!” temalı kıskançlık gösterilerinden olmak zorunda değil. Yan masanızda
çalışan iş arkadaşınızın kıyafetine imrenerek bakıp, ay bende niye yok böylesi diye
söylendiyseniz, bu da bir çeşit kıskançlık. Birinin sahip olduğu herhangi bir
şeye (ki bu ev olur, araba olur, sevgili olur, mutlu bir gülümseme bile olur) “Bende
yok o zaman sende de olmasın, hrrrr pis şey” enerjisiyle baktıysanız tebrikler,
nur topu gibi kıskançsınız. En azından o an için kıskançtınız.
Burada size kıskanmak
kötüdür, pistir, negatif karma yaratır, döner dolaşır sizi çarpar falan
muhabbetine girmeyeceğim merak etmeyin. Evet kıskanmak güzel bir şey değil kabul,
ama bambaşka sebeplerden dolayı.
Az önce
bahsettiğim şekilde, kıskançlığın altında aslında bizde olmayan bir şeyin
başkasında olmasına imrenme duygusu vardır. Bu imrenme size ilham veriyorsa, ay
ne güzel yaaa bende de olsa dedirtiyorsa sorun yok, hatta ilham kaynağı olması
süper bir durum bence. Ama altta yatan düşünce “Bende yokken onda var,
haksızlık bu” olunca, enerjimiz bende yok
noktasında sabitleniyor ve evren de otomatikman o kısmı algılayıp, sizde olmama
durumunu aynen geri yansıtıyor. Bu durumda da o imrendiğiniz şeyin yokluğunu
çoğaltmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz.
Kıskançlık özünde
negatif bir duygu olduğundan, haliyle bize geri dönüşü de negatif olur. Bizim
sahip olamadığımız bir şeye bir başkasının sahip olması bizi üzüyorsa, bu tamamen
negatif bir noktadan yola çıkmamızdan kaynaklı. Bu durumda ne kadar
karşımızdakine odaklı görünürsek görünelim, aslında kendimize odaklıyız; çünkü
çıkış noktamız gördüğümüzün güzelliği değil, aksine onun yokluğu. Kıskanma enerjisini
evrene yaydıkça, yayın yaptığımız frekansı da “Bende yok, bende yok, bende yok”
noktasına sabitlemiş oluyoruz.
Uydu alıcılardan,
full HD TV’lerden, birtakım dijital vıdıvıdılardan önce çocuk olmuş olanlarınız
hatırlar belki, minicik bir antenle televizyon izlemeye çalıştığımız yılları. O
antenler ufacık bir rüzgarla bile yön değiştirdiğinden zırt pırt görüntü
bozulur, karıncalanır, ses gider vs kısacası zaten düdük kadar olan garibim
tüplü televizyonlar şekilden şekle girerdi. Böyle durumlarda ne yapardık
hatırlıyor musunuz? Genelde evdeki en güçlü kuvvetli erkeği çatıya yollardık
ki, çıkıp antenin yönünü değiştirsin ve yayın düzelsin. Ben kıskançlığı da aynı
bu şekilde bir bozuk yayın olarak
görüyorum. Aslında yapmamız gereken tek şey çatıya çıkmak ve anteni Çamlıca’ya
doğru çevirmek, yani bakış açımızı
değiştirmek.
Olaya bakışımız
değiştiği an, kıskançlık duygusunu dezavantaj olmaktan çıkarıp avantaja bile
dönüştürebiliriz. Yani karşımızdaki kişinin sahip olduğu o şey her neyse, bende
neden yok diye debelenmek yerine, evrene dönüp “İşte BUNU istiyorum” diye
seslenmeyi deneyebiliriz. Bende işe yarayan yöntemi paylaşayım, belki size de
faydası olur: Bir dahaki sefer imrendiğiniz bir şey gördüğünüzde hemen durun,
ve onun üzerine kocaman bir işaret tabelası koyduğunuzu hayal edin. Gökyüzünde kocaman
renkli bir ok belirsin (ben kırmızıyı tercih ediyorum, dikkat çeksin diye J ) ve o imrendiğiniz şeye doğru dönmüş olsun
mesela. O anda, tam o anda evrene seslenin, “Ben de istiyorum” diyin. “Müdür
şunu bana bi paket yapıver” diyin. Daha o oku gözünüzde canlandırdığınız an eğlenmeye
başlayacaksınız, inanın. Eğlendiğiniz, güldüğünüz sürece de yayın frekansınız
değişecek, anten dönmeye başlayacak ve istediğinizin size vereceği neşeye
sabitlenecek. Oradan sonrası da zaten hep dediğim gibi; yayını bir parça olsun
pozitife çevirince, arkası çorap söküğü gibi geliyor.
fotoğraf: http://www.thedrinksbusiness.com/2015/07/jealousy-breeds-alcoholism-claims-study/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder