Odaklanmada esas
önemli olan, düşündüğümüz konuyla ilgili vizyonumuzu bir kere oturttuktan sonra
sürekli koruyabilmek. Bir hayal kurduğumuzda, kafamızda daha gerçek olmadan o
hayalin vizyonunu oluşturur ve bu sayede ulaşmak istediğimiz sonucu
netleştiririz. Hayali ilk kurduğumuz andan itibaren, o hayal gerçek olduğunda
hissedeceklerimizi de belirler ve buna göre evrene sinyaller yollarız. Ancak
çoğumuzun
bu enerjiyi uzun süre koruyamama sebebi, bir yerden sonra o hayalin,
o vizyonun enerjisinden çıkıp etrafımızdaki gerçekliğe odaklanmaya
başlamamızdır. Vizyonumuzun henüz gerçekleşmemiş olması moralimizi bozar. Bu
şekilde gerçekliğe odaklanıp demoralize oldukça enerjimiz de değişir,
vizyonumuzdan çok onun yokluğuna kaymaya başlarız. Oysa ki evren bizden
habersiz çarklarını çalıştırmaktadır o sırada; vizyonladığımız her şeyi bize
doğru adım adım getirmektedir. Ama biz vırt zırt enerjimizi değiştirince o
garibim de ne yapsın, fikir değiştirdik zanneder ve biz odağımızı nereye
çevirirsek o yöndekileri çoğaltmaya devam eder.
Hayallerine ulaşıp
başarılı olan insanlar genelde bu işleyişi çözmüş olan, çevrelerindeki
gerçekliği aşıp bir şekilde tüm dikkatlerini ve tüm enerjilerini kendi
vizyonlarına verebilmiş insanlardır. Ve bana sorarsanız bunun gelmiş geçmiş en
başarılı örneğini Atatürk vermiştir.
Bir ülke düşünün,
koskoca bir imparatorluktan didikleye didikleye ufacık bir alanı bırakılmış. O
kalan alanı da kağıt üzerinde çok daha güçlü, çok daha kudretli görülen üç beş
ülke kendi aralarında bölüşmüş; bu garibimlere kala kala düdük kadar bir toprak
parçası kalmış. Ülkenin her yerini bu işgalcilerin askerleri sarmış, halkın
bırakın isyan etmeyi, en ufak bir şekilde başını kaldırıp ufka bakmasına bile
izin veren yok. Zaten halkın da hali yok, savaştan yeni çıkılmış, hem yorgunluk
hem yoksulluk üst üste binmiş.
Ekonomi, sosyoloji,
psikoloji, fizik, matematik hangi bilimin gözünden baksanız rezalet bir durum.
Ve tam da bu durumun ortasında, bir adam çıktı ve bir hayal kurdu. Hayali
özgür, bağımsız, barış içinde yaşayan bir ülkeydi.
Atatürk’ün gelmiş
geçmiş en büyük vizyoner olduğuna inanmamın tek sebebi, kağıt üzerinde bu kadar
imkansız görünen bir şeyi sadece inancıyla yaratabilmiş olmasıdır. Onun inancı,
enerjisi bu kadar güçlü olmasaydı, etrafında bu kadar büyük halk kitleleri toplanıp
bu derece kenetlenemezdi. Sadece onun hayaliyle başlayan küçücük bulaşıcı bir
enerji çığ gibi büyüdü, üst üste devrilen domino taşları gibi ilerledi ve en
sonunda o yorgun, bitkin halka umut aşılamayı başardı. Sonrasında ne olduğunu
hepimiz biliyoruz zaten. Bütün bir ilkokul hayatımızı kendilerini ezberleyerek
geçirdiğimiz olayları burada tekrarlamanın gereği yok. Ama bence Atatürk’ün
sadece ne yaptığı değil, ne yapmadığı da önemli.
O herkes gibi oturup
“Memleket elden gitti gidiyor eyvahlar” diye sızlanmadı; elden giden memleket
yerine ayağa kalkan, kendini baştan yaratan memleketi hayal etti.
Adım attığı her yerin işgal altında olmasına,
geçtiği her şehrin türlü çeşitli asker dolu olmasına odaklanmadı; “Aman yaaaa
ben mi kurtarıcam memleketi hacı salla gitsin” demedi. “Geldikleri gibi
giderler” dedi.
Ekonomik durumun
berbat olmasına, hatta ekonomik durum sayılabilecek bir şeyin olmamasına
odaklanmadı; “Elde yok avuçta yok, biz bu adamlarla savaşmak için silahları
nerden bulup neyle alırız ki?” demedi. Sadece refah içinde yaşayan, üreten bir
toplum fikrine odaklandı.
Onun vizyonunun, her
zaman için çevresindeki koşullar yerine o vizyonu korumayı seçmesinin
sonuçlarını tekrarlamaya gerek yok sanırım. Düşünün ki tek bir kişinin vizyonu,
bütün bir ulusun kaderini değiştirebilecek güçte olabiliyor. Sırf o vizyona
sıkı sıkı tutunmak bile milyonlarca insanın hayatına dokunabiliyor. Tek bir
pozitif odak, çevresindeki milyonlarca negatif koşulu aşıp kendi kendini
yaratabiliyor. Sırf bize bunları unutturmasın diye bile onu anmaya değer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder