Pages - Menu

31 Ekim 2015 Cumartesi

Gelmiş Geçmiş En Büyük Vizyoner: Atatürk


Madem ki en son konumuz odaklanmaydı, oradan devam edelim bugün de. 
Odaklanmada esas önemli olan, düşündüğümüz konuyla ilgili vizyonumuzu bir kere oturttuktan sonra sürekli koruyabilmek. Bir hayal kurduğumuzda, kafamızda daha gerçek olmadan o hayalin vizyonunu oluşturur ve bu sayede ulaşmak istediğimiz sonucu netleştiririz. Hayali ilk kurduğumuz andan itibaren, o hayal gerçek olduğunda hissedeceklerimizi de belirler ve buna göre evrene sinyaller yollarız. Ancak çoğumuzun
bu enerjiyi uzun süre koruyamama sebebi, bir yerden sonra o hayalin, o vizyonun enerjisinden çıkıp etrafımızdaki gerçekliğe odaklanmaya başlamamızdır. Vizyonumuzun henüz gerçekleşmemiş olması moralimizi bozar. Bu şekilde gerçekliğe odaklanıp demoralize oldukça enerjimiz de değişir, vizyonumuzdan çok onun yokluğuna kaymaya başlarız. Oysa ki evren bizden habersiz çarklarını çalıştırmaktadır o sırada; vizyonladığımız her şeyi bize doğru adım adım getirmektedir. Ama biz vırt zırt enerjimizi değiştirince o garibim de ne yapsın, fikir değiştirdik zanneder ve biz odağımızı nereye çevirirsek o yöndekileri çoğaltmaya devam eder.
Hayallerine ulaşıp başarılı olan insanlar genelde bu işleyişi çözmüş olan, çevrelerindeki gerçekliği aşıp bir şekilde tüm dikkatlerini ve tüm enerjilerini kendi vizyonlarına verebilmiş insanlardır. Ve bana sorarsanız bunun gelmiş geçmiş en başarılı örneğini Atatürk vermiştir.
Bir ülke düşünün, koskoca bir imparatorluktan didikleye didikleye ufacık bir alanı bırakılmış. O kalan alanı da kağıt üzerinde çok daha güçlü, çok daha kudretli görülen üç beş ülke kendi aralarında bölüşmüş; bu garibimlere kala kala düdük kadar bir toprak parçası kalmış. Ülkenin her yerini bu işgalcilerin askerleri sarmış, halkın bırakın isyan etmeyi, en ufak bir şekilde başını kaldırıp ufka bakmasına bile izin veren yok. Zaten halkın da hali yok, savaştan yeni çıkılmış, hem yorgunluk hem yoksulluk üst üste binmiş.
Ekonomi, sosyoloji, psikoloji, fizik, matematik hangi bilimin gözünden baksanız rezalet bir durum. Ve tam da bu durumun ortasında, bir adam çıktı ve bir hayal kurdu. Hayali özgür, bağımsız, barış içinde yaşayan bir ülkeydi.
Bilin bakalım kimden bahsediyorum? :)

Atatürk’ün gelmiş geçmiş en büyük vizyoner olduğuna inanmamın tek sebebi, kağıt üzerinde bu kadar imkansız görünen bir şeyi sadece inancıyla yaratabilmiş olmasıdır. Onun inancı, enerjisi bu kadar güçlü olmasaydı, etrafında bu kadar büyük halk kitleleri toplanıp bu derece kenetlenemezdi. Sadece onun hayaliyle başlayan küçücük bulaşıcı bir enerji çığ gibi büyüdü, üst üste devrilen domino taşları gibi ilerledi ve en sonunda o yorgun, bitkin halka umut aşılamayı başardı. Sonrasında ne olduğunu hepimiz biliyoruz zaten. Bütün bir ilkokul hayatımızı kendilerini ezberleyerek geçirdiğimiz olayları burada tekrarlamanın gereği yok. Ama bence Atatürk’ün sadece ne yaptığı değil, ne yapmadığı da önemli.
O herkes gibi oturup “Memleket elden gitti gidiyor eyvahlar” diye sızlanmadı; elden giden memleket yerine ayağa kalkan, kendini baştan yaratan memleketi hayal etti.
Adım attığı her yerin işgal altında olmasına, geçtiği her şehrin türlü çeşitli asker dolu olmasına odaklanmadı; “Aman yaaaa ben mi kurtarıcam memleketi hacı salla gitsin” demedi. “Geldikleri gibi giderler” dedi.
Ekonomik durumun berbat olmasına, hatta ekonomik durum sayılabilecek bir şeyin olmamasına odaklanmadı; “Elde yok avuçta yok, biz bu adamlarla savaşmak için silahları nerden bulup neyle alırız ki?” demedi. Sadece refah içinde yaşayan, üreten bir toplum fikrine odaklandı.
Onun vizyonunun, her zaman için çevresindeki koşullar yerine o vizyonu korumayı seçmesinin sonuçlarını tekrarlamaya gerek yok sanırım. Düşünün ki tek bir kişinin vizyonu, bütün bir ulusun kaderini değiştirebilecek güçte olabiliyor. Sırf o vizyona sıkı sıkı tutunmak bile milyonlarca insanın hayatına dokunabiliyor. Tek bir pozitif odak, çevresindeki milyonlarca negatif koşulu aşıp kendi kendini yaratabiliyor. Sırf bize bunları unutturmasın diye bile onu anmaya değer. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder